Birkaç haftadır aklımda ev konusu var. Hayatımın evle ilgili bir sürü olayının yaşandığı bir dönemindeyim. Şifa Okulu isim değiştirmeden evvel yani ETA iken, Yaşam Kalitesi oturumlarında muhakkak ‘ev’ konseptine değinirdim derslerde. Yaşayan ev, sağlıklı ev, ekolojik ilkelere uygun düzenlenmiş ev, hasta bina sendromu… Şimdi biraz daha fazla anlatmak istiyorum. Aslında duygular yatışmadan anlatmamak lazım ama bu sefer anlatacağım bu nedenle dağınık zihnim, kusuruma bakmayın.
( Bu noktada rahmetli Oğuz Hoca’mı anacağım. Zihnine taktığı bir konu varsa muhakkak bize anlatırdı. Akademik perspektifi ile ele aldığında bir bakmışız tıp akademisinde yunan tiyatrosu bizim meselemiz olmuş olurdu. Belki ona çekmişimdir. )
Ev, içinde yaşadığımız dört duvardan daha geniş bir şey bence. Şimdi bu yazıyı yazdığım şifahaneyi kurduğumuzda, açarken sohbet etmiştik Mimar arkadaşım Müjde ile açılışta konuşmuştuk. Mekanların da mobilyaların da hafızası vardır demişti. Onları yeni mekanlara aldığımızda, anılarını da getirirler. Bizim de anılarımızı uyandırırlar. Bu ne kadar doğru anlatamam. O nedenle mekanlarımızı tasarlarken biz Şifa ekibi, eski mekanlara yöneliyoruz, eski mobilyalara bakıyoruz. Ekipte sürdürülebilir tasarım ustası mimarımız Müjde, tarihçi İbrahim olduğundan bu biraz da mecburi gibi. Başka zamanlarda onlardan mekan tarihçiliği ve tasarım dinlersiniz.
Bir zamanlar evler hakkında kitaplar okuyordum. Kitaplardan birinde yazar diyordu ki, tıpkı akrabaları, sevdiklerimizi ziyarete gittiğimiz gibi bir zamanlar içinde yaşadığımız mekanlara da gitmeliyiz. Ben bir zamanlar içinde yaşadığım evlere gidince bir anda o anlarla, anılarla doluyorum. Bilmem sizler de öyle misiniz? Bizim Şifahane, Köşk Apartmanı’nın altında. Şimdi buraya çocuğunu getiren ebeveynler içeride otururken gözleri ışıldıyor. Soruyorum neden diye; “Hocam, burası eskiden Pikola sinemasıydı. Ben Aslan Kral’ı burada izlemiştim.” diye yanıt veriyor. Bedeninin bir kısmının burada, bir kısmının ise eski zamanda olduğunu görebiliyorum. Çocukluğunun bütün o güzel, saran, sarmalayan anılarının geldiğini hissedebiliyorum.
Bu noktada ev konusunda, beden ve bizi sarıp sarmalayan deri üzerinden geri gelmek istiyorum. Hundertwasser isimli bir Avusturyalı sanatçının tanımladığı beş deri diye bir kavram var. İnsanın kim olduğunu bu beş deriye bakarak anlayabiliriz diyor. Kişinin kendisi, derisi, kıyafetleri, evi, sosyal çevresi ve içinde konumlandığı doğası.
Yaşam Kalitesi anlatırken ben ilk olarak sen kimsin diye başlıyorum. Çalışmalarımda bazen kişinin kendisi ile tanışıklığını yitirdiğini farkediyorum. Bazı katılımcılar kendisinin 10 sene önceki halini biliyor. Hayatını, 10 sene önceki kendisiymiş gibi yaşıyor. Ancak o değişmiş, haberi olmamış değiştiğinden. Kimisi de kendisini hep reddetmiş. O nedenle kendisi ile yabancılaşmış. Bu nedenle dönüp arada yoklamak gerekiyor. Çünkü pek çok değişken var hayatlarımızda ve değişmek, dönüşmek yaşamın temel kurallarından bir tanesi. Son derece önemli bir tanesi hem de.
Dönüp bakın istiyorum kendinize. Kimsiniz siz? Ama bazen o kadar bilmiyoruz ki kim olduğumuzu, unutmuş oluyoruz. Ben kendimi anlatayım. Hem neden Ordu’dasın diye soranlara bir yanıt olsun. Ben çok hırslı bir çocuktum. Hacettepe’yi kazandığımda da okurken de, bitirip Ankara Üniversitesi Dermatoloji’yi kazandığımda da. Asistanken de. Hırslarım ve çalışmalarım arasında kaybolmuşken birden bir hüzün çöktü üstüme. Hayal ettiğim gibi başarılıyken neden hayattan keyif alamadığımı bilmiyordum. Belki de artık hissetmiyorumdur diye düşünmüştüm. Ama bir gün çok sevdiğim Atlas dergilerinden birini aldım. Doğu Karadeniz’di konusu. Karadeniz’in resimlerine baktım, baktım ve ağladım. Saatlerce ağlamışım.
Sonra bir içime dönüp baktım. Çocukluğumdan beri kurduğum hayaller böyle kalabalık, bina şehrinde ömrümü geçirmek değilmiş meğer. Hatırladım. Karadeniz’in yaylalarında, güzel doğasında olmak, ailemle güzel yaşamakmış hayalim. Böylece hissedebildiğim bir hayatı kurma yoluna giriştim. O yolda devam ediyorum. Bazen coşkulu, neşeli ve eğlenceli bazense çok sancılı ve ağrılı gidiyor. Ancak yaratıcılığımın aktığını hissediyorum.
Bu noktada çok ilişkili gördüğüm başka bir şeyden de bahsetmek istiyorum. Konmari metodu. Onu da başka bir yazımda paylaşacağım.
Comments