Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava
Orhan Veli Kanık
Orhan Veli ne kadar güzel söylemiş, keşke hava bedava olduğu kadar temiz de olsaymış. Tüm canlılar gibi, bizim bedenlerimiz de temiz hava solumaya hakları var. İçinde yaşadığımız hava bizim bedenlerimizin ne derece canlı ve şifalı olduğunu da etkiliyor. İçinde bulunduğumuz günlerde görüyoruz, havası kirli olan şehirlerde pandeminin ne kadar ağır seyrettiğini.
Soru:
Çok fazla nefes alıp verirseniz ne olur?
Derin nefesler neyi değiştiriyor bedenlerinizde?
Nefes:
Nefes alıp vermek bizim doğuştan itibaren kazandığımız ve ömür boyu kaybetmediğimiz bir refleksimizdir. Nefes alıp verme refleksini kaybeden kişi yaşama devam edebilmek için, bilinçli olarak nefes alıp vermek durumunda olur. Uyumak istediği dönemlerde ise makine desteği alması gereklidir.
Bilinçli olarak alıp vermediğimiz için nefes farkındalığı kişilerde düşük olabilir. Nefes alış ve verişi ile ilgili farkındalığın artması ve bu amaçlı egzersizlerin, kişinin kondisyonu üzerine olumlu etkileri olduğu bilinmektedir.
Vücutta 3 adet boşluk bulunur. Biri kafa içi boşluk, bu boşlukta basınç değişikliklerinin don derece yıkıcı etkileri olur. Diğer ikisi ise sürekli olarak basınç değişikliğinin gözlendiği boşluklardır: akciğerlerin içerisinde olduğu boşluk ve karın içi boşluğu. Her nefes alış verişte basınç bu iki alanda değişkenlik gösterir. Göğüs kafesindeki basınç değişikliği, kalbin basıncını ve dolayısıyla damarların basıncını doğrudan etkiler. Profosyonel sporculardaki kuvvetli kalp kasları ve idmanlı solunum kasları - sinir sistemi, basınç değişikliklerinde tansiyon değişikliklerini engeller. Çağımızın gerekli kıldığı sedanter yaşam tarzı, bedenlerimizin kondisyonlarını etkiler ve bedenlerimiz bu basınç değişkenliklerine daha hassas hale gelir. Göğüs kafesindeki basınç değişikliği, kalp basıncını ve kan basıncını doğrudan etkiler.
Vücut boşluklarındaki basınç değişikliklerine, boşlukları çepeçevre sarmalayan kaslar düzenlerler. Diafram, pelvik taban, sırt kasları ve gövde ön yüzündeki kaslar bu basınç değişikliklerinin ayarlanmasından sorumludur ve bu kasların kuvvetli olması son derece önem taşır.
Egzersiz gibi vücudun oksijen ihtiyacının arttığı dönemlerde diafram göğüs kasları sırt ve boyun kasları çalıştırılarak akciğerin tam kapasitede nefes alması önemlidir. Nefes verme esnasında da karın boşluğunu çepeçevre kuşatan kasların kasılarak karın içi basıncı yükseltmesi akciğer kapasitesini dolduran karbondioksitin etkili bir biçimde dışarı atılmasını kolaylaştıracaktır.
Akciğerdeki basıncın negatife düşmesi burundan içeriye havanın girmesini sağlar. Ardından akciğer içerisinde yükselen basınç, kanda dolaşan kırmızı kürelerin içerisine hapsedilir. Oksijene ihtiyaç duyan organlara gönderilir.
Son dönemde gittikçe daha çok ismini duyuyoruz nefes terapisinin. Çalışmalar, kişilerin solunum kapasitelerinin %30’unu günlük hayatlarını idame ettirmek için kullandıklarını göstermiş. Bu şekilde nefes alıp vermeye alışan beden, egzersiz esnasında da benzer paterni sürdürmeye devam ettiğinde, egzersiz esnasında iskelet kaslarına yeterli oksijen taşınmadığı için çabuk yorulmalar veya nefes darlıkları izlenebilir. Akciğer içerisinde değişen basınç, kalp ve damar sisteminde değişen basınçla da ilişkilidir. Uzun dönemli basınç - tansiyon problemlerinin dengelenmesi için akciğer kapasitesini etkin kullanmak son derece önemlidir.
Karın içi basınç, akciğer basıncı ile ilişkili olarak değişir. Karnı çepeçevre sarmalayan kasların, diaframın ve karın tabanının (pelvik taban- boşaltım sistemlerinin açıldığı zemin kasları) doğru çalışması son derece önemlidir. Karın içi basıncın dengesiz değişinleri, basur ve varis problemleri ile varikosel oluşumunda rol oynar.
Karın kaslarının kuvvetsiz olduğu durumlarda nefes, kan basıncı, bedenin basınç değişiklikleri ayarlayan sistemler ve damarlarda problemler ortaya çıkar.
Havanın temel olarak bedene alınması burun ve ağız vasıtası ile gerçekleşir. Ağız ve burnu çepeçevre sarmalayan kemikler içerisinde boşluklar vardır ve bu boşluklar sinus olarak adlandırılır. Hava burun veya ağızdan alındıktan sonra akciğerlere girer.
Soluduğumuz havanın sağlıklı olması son derece önemlidir. Bedene alınan havanın içeriği, sinusleri ve akciğerleri doğrudan etkiler. Soluduğumuz havanın içeriğinde duman, kirlilik, toksik gazlar veya küf mantarları ile ilişkili parçacıklar var ise bu kapalı alanlar olumsuz etkilenir. Hava kirliliği nedeni ile günümüzde akciğerler oldukça etkilenmiş durumdadır ve en sık gözlenen hastalıkların arasında yer alan akciğer hastalıkları soluduğumuz hava ile ilişkilidir. Evler yapılırken yapı malzemelerinin içeriğindeki formaldehit de akciğerler için son derece toksiktir. Ayrıca evler rutubetli ise sinuslerde ve akciğerlerde küf mantarı toksisitesi ile çeşitli bozukluklar ortaya çıkar. Örneğin Ordu’da rutubetli evlerde yaşayan vatandaşların bir kısmında bağışıklık sistemleri sağlıklı olmasına rağmen sinuslerin içerisinde mantar topları ile karşılaşılmıştır.
Pandemi süresince ‘Zonguldak’ ilini sıkça duymamızın da nedeni hava kirliliğidir. Verileri okuyacak olursak hava kirliliği yüksek olan şehirlerde pandemi daha ağır tabloları tetiklemiştir.
Neticede aldığımız hava, oksijen içerir, sağlıklı ve temiz olmalıdır. Bedenlerimizde vukuu bulan oksijenle gerçekleşen bir tür yanmadır. Karbonhidrat yakılır ortaya çıkan enerji bedenin devamlılığını sağlamakta kullanılır. Karbonhidrat yandığında ortaya karbondioksit çıkar, bizler de nefes verirken bu nedenle karbondioksit veriririz.
Bedene aldığımız kalori muazzam miktardadır. Bedenin temel tasarlanım mekanizması ve bu kadar muazzam kalori almamız hem bedenin sürekli olarak kendini yenilemesine destek olmaktır hem de enerjiyi asıl olarak harcamakla yükümlü olan kas iskelet sistemi tarafından harcanmalıdır. Kas sistemi tasarlandığı şekilde bolca enerji harcamakla yükümlüdür.
Ekolojik Tıp Akademisi, herşeyin birbiri ile ilintili olduğunu görür ve önceler. Tüm organ sistemlerinin etkili bir şekilde çalışabilmesi için her birinin doğru ve tasarlandığı gibi çalıştırılması elzemdir. Solunum sistemini tam kapasitesi ile çalıştırmadan doğru egzersiz kapasitesine erişilemez. Solunum ve karın bölgesini çepeçevre sarmalayan kas grupları kuvvetlendirilmezse solunum ve karın içi hareketler ile sinir sistemi sekteye uğrar. Kaslar yeterli çalıştırılmazsa önemli metabolik hastalıklar ortaya çıkar.
Bedende hangi organın kandaki şekeri kullanacağına karar veren - düzenleyen hormon insülindir. Tıpkı Prometheus’un ateşi çalıp insanlara teslim etmesi gibi, kimin karbonhidratı tutuşturup enerji oluşturacağına da insülin karar verir.
Kas sistemi karbonhidratı parçalayarak enerji oluşturur demiştik. Bu enerji hareket için kullanılırken beraberinde ısı da üretilir. Bu nedenle üşüdüğümüzde titreyerek ısı üretmeye çalışırız. Kampçılar kasların ısısından faydalanmak için uyku tulumuna girmeden evvel hoplayıp zıplayarak kasların ısı ortaya çıkarmasını sağlarlar. Ardından ısıyı kaybedeceğimiz organımız derimizi yalıtır bu sayede ortaya çıkan ısının tüm gece boyunca bedeni ısıtmasını sağlarlar. Diğer organ sistemlerinin toplamda harcadığı enerji çok daha düşüktür.
Bedenin doğru işlev göstermesi için de bunun böyle olması zaruridir. İnsülin direnci dediğimiz durumda kaslar karbonhidratı enerjiye çevirmekte zorlanırlar. Karbonhidrat hayati organlar tarafından kullanıma açıktır, kaslar tarafından kullanıma kapalıdır.
Bazı durumlarda insülin direnci doğal olarak ortaya çıkar. Gebelik gibi durumlarda doğal olarak insülin direnci meydana gelir. Hayati organların ve bebeğin kan şekerini kullanması öncelenir kas sisteminin şeker yani karbonhidrat kullanmasının önceliği bulunmaz.
Vücudun normalde ihtiyaç duyduğundan çok daha yüksek miktarlarda şeker tüketmek hastalıklı bir insülin direncine yol açar ve şeker hastalığı için zemin oluşturur bu zaten bilinen bir noktadır. Tıpta gözden kaçan diğer bir perspektif de bulunur.
Gözden kaçan bu perspektif mühendislerin ilgisini çekmiş ve geliştirdikleri sağlıklı yaşam aplikasyonları ile bu perspektif üzerine çalışmalar yürütmüşler. Kas sistemi yeterli çalışıp şekeri tüketmezse normalde beden için zararlı olmayan şeker, zararlı hale geliyor. Proteinlerin yapısını bozuyor ve şeker hastalığı ortaya çıkıyor. İnsulin direncini kırmanın en etkili yolu şimdilerde kas sistemini aktif ve bolca kullanmak olarak görünüyor. İlaçlar, kas sistemini çalıştırmaktan daha az etkili geliyorlar.
Biyolojik yaş ile ilgili yapılan çalışmalarda en belirleyici etmenin (biyolojik yaşın genç olması anlamında) kas kitlesi olduğu gösterilmiş. Kas kitlesi iyi çalıştırıldığında senelerce sağlıklı oluyor metabolizma ve zihin de zinde oluyor. Kas kitlesiçalıştırılmadığında kaslar yağlarla doluyor ve şeker hastalığı gibi metabolik hastalıklara yatkınlık oluşuyor. Benzer olarak zihin de olumsuz etkileniyor.
Kas kitlesini etkileyen ve metabolizmayı etkileyen burada değinmek istediğim bir diğer önemli hormon ise kortizol. Kortizol stres hormonu olarak bilinir. Çok yüksek salgılandığında beden kendisini büyük bir korku altında hisseder. Pek çok organın işlevini durdurur. Bağışıklık sistemi durur biz hekimler bu durumdan, otoimmun yani kişinin kendi bedeni ile savaştığı durumlarda faydalanmak isteriz. Bu tür durumlarda bağışıklık sistemini susturmak için yüksek dozda kortizol veriririz. Ancak kortizolun ciddi yan etkileri vardır. Misal beden kendisini stres altında hissettiğinde hayati olmayan organları gözden çıkartır. Kas iskelet sistemi de bunların başlıcasıdır. Hem en çok enerjiyi tüketir hem de yaşamı devam ettirmek için öncelik sıralamasında arkalarda gelir. Üreme sistemi çalışmayı bırakır. Zihin daha depresif hale gelir. Uykular bozulur. Tipik olarak gecenin terör saatlerinde uyanılır ve geri uyunmaz.
Yüksek kortizol durumunda vücutta yeniden yapım süreçleri durur ve yıkım süreçleri başlar. Kaslar ve iskelet sistemi erir. İnsulin direnci ortaya çıkar. Protein yıkımı o kadar aktiftir ki gözün önemli proteini lens yıkılır ve katarakt ortaya çıkar, derinin altındaki protein yıkılır ve çatlaklar ortaya çıkar. Şeker hastalığına benzer şekilde insulin direnci de ortaya çıkar. Bu hem kasların işlevsizleşmesinden hem de kortizolun hayati organları öncelemesinden ötürüdür.
Metabolizma, kas iskelet sisteminden, solunum sisteminden bağımsız değerlendirilemez. Bu nedenle hormonlar konusuna bu şekilde bir giriş yaptık. Sonraki derslerde hormonlar işlenmeye devam edecek.
コメント