top of page
Yazarın fotoğrafıDr. Hilayda Karakök

Tıp Akademim- Sistem Eleştirisi ve Asi Manifestomuz

Güncelleme tarihi: 1 Mar 2021



Seneler evvel gittiğim bir sosyokrasi eğitiminde eğitmen Rakesh Rash şöyle bir şeyden bahsetmişti: Yanlış olan bir sürü şey var. Ömrümün ilk yarısında bu yanlışlıklarla mücadele etmek için protestolar yaptım. Sonra fark ettim ki doğru örnekler son derece az, bazı noktalarda yok bile. Ben de protestoyu bıraktım ve doğrusunu yapma işine giriştim. Protesto etmekten daha zormuş!


Onu dinlediğimde çok etkilenmiştim. Çağlar boyunca işler nasıl yürümüştür bilemem ancak günümüzde doğrusunun mümkün olduğunu görünce insan, onu yapmaya çalışıyor. Ancak doğruyu hiçbir yerde göremezse kolayca çaresizlik hissine kapılıyor. Ve inanıyorum ki protestodan çok daha kuvvetli doğrular inşaa etmek.


Ben senelerdir hekimlik yapan ve gözlemleyen biri olarak baktığımda bir sürü yanlış iş görüyorum: doğrusunu bilemediğim. Biraz anlatayım.


Kalabalık şehirlerde yaşıyor, çok kalabalık hastahaneler inşaa ediyoruz. Dünya'nın en büyük hastanelerine sahip olan bir ülkeyiz. Aynı zamanda biliyoruz ki bir araya toplanmak çok da sağlıklı bir şey değil. İnsan temel sanitasyon önlemleri almadan köyler kasabalar kurduğu için tarihin en kara ölümlerini ortaya çıkartan salgınlara şahit oldu. Tıp bunu hatırladığından kalabalık ortamlara girecek olanlara aşılama yapmaya çalışır. Bir asker gidecek, koğuşta-tümende 100 kişi ile 1000 kişi ile karşılaşacak. Kim bilir diğer kişiler hangi coğrafyalardan ne hastalıklar getirdi der ve aşılarız. Halbuki bir askerin tümende karşılaşacağı kişiden çok daha fazla kişi ile insan bir günde AVM'ye giderek veya havaalanına girerek karşılaşıyor. Kim bilir hangi coğrafyalardan nasıl mikroplar gelmiştir. Misal, Wuhan'dan Korona gelmiş, bakın nasıl esip geçiyor. Bilmesine biliyoruz ama değişen hayatlarımızı ona göre ayarlamıyoruz.


Örneğin devasa hastanelere giden toplu taşım araçlarını düşünün. Bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar alan hastalar ve zatürre, verem gibi bulaşıcı hastalıklar geçiren insanlar aynı toplu taşıma binip o dev yerleşkelere gidiyor. Haydi herkes kendi aracı ile gelmiş olsun, devasa yapı içinde aynı koridorlardan geçiyor. Çok kişiyi bir araya toplamak tehlikeli. Aynı zamanda bağışıklık sistemi arızalı pek çok kişiyi de bir araya toplamak son derece tehlikeli.


Modern Tıp Ne Yapıyor?


Modern tıp sağlık değil hastalık odaklı. Belki her yerin sağlık olduğu cennetvari zamanlarda (?) sağlığı anlatmak ve pekiştirmek yersiz bir endişeymiş. Günümüzde içtiğimiz sudan soluduğumuz havaya kadar her şey tehlikeli o nedenle sağlıklı yaşamın ne olduğunu anlatacak ve gösterecek bir yer olmalı. Lakin bizim tıp camiası bunu gösterecek bir ortam inşaa etmekten ziyade hastalığa daha çok odaklı, hastahaneler ve hastalıklar üzerine çabalarımız yoğunlaşmış durumda. Tabii ki hastalık yükü çok fazla bu nedenle belki de kaynak aktaramıyor.


Bütüncül yaklaşımdan ziyade, ilaç tedavisi revaçta. Kimyasallara dayalı bolca antibiyotik, takviye içeren bir tedavi endüstrisi var. Tek tip bir sağlık anlayışı var, çeşitlilik ve farklılıklar gözetilmiyor. Hastalık göstergeleri normalize edildikten sonra bireyler dışlanıyor, nekahat ve şifalanma süreçlerinde destek mekanizmaları çok da iyi örgütlenmemiş. Aşılar ve hızlı çözümler var. Bunlar iyi, ancak problemlere daha davranışsal çözümler de getirilmeli ki nasıl olur? İç mekanlara kısılmış, iç mekan dayatılmış bir tıp var. Hızlandırılmış yaklaşımlar var ki bedenin ritmi bu yaklaşımları tolere edemiyor her zaman. Kılavuzlar var, iyi ki var ancak bireysel değil de kılavuzsal yaklaşım çoğu durumda hekimin sanatını olumsuz etkiliyor. Otomatik ve makinelere fazlasıyla dayalı bir sistemimiz var. Ki şifa, çok daha bütünsel bir bilgelik ve yaklaşım gerektirir.


Neticede, modern tıp hastalıklarla mücadele için çeşitli makineler ve sentetik kimyasallar kullanarak doğal sağlığın kötü bir taklidi olan yapay sağlık üreten bir çeşit endüstri olmuş. Doktor da bu sistemin kiralık işçisi haline gelmiştir. Bu söz aslında benim modifiye ettiğim bir söz. Orjinali çiftçiler için, Masanobu Fukuoka tarafından söylenmiş. Modifiye edince ne yazık ki doktorlar ve tıp için de çok geçerli bir hale çok oturdu. Elbette teknoloji ve bilimin nimetlerinden faydalanmalı. Ancak her işte olduğu gibi, akıl ve perspektif ile derinlik ve bilgelik hüküm sürmeli ki hekimler bir zamanlar olduğu gibi veya belki de hep olması gerektiği gibi sanat icra etsinler.


Sağlık da ilaç ve reçetelere hapsolmuş bir yaşamdan ziyade daha sağlıklı, şifalı, bütüncül bir hale dönüşmeli. Bunu sağlamak için Masanobu Fukuoka'nın bazı ilkelerini içselleşttirmemiz gerektiğine inanıyorum:


Fukuoka İlkesi-1:


Doğa bir bütündür parçalara ayrılarak incelenemez

Parçalara ayırıp inceledik ne ne oldu?


Ekoloji hiyerarşiktir diye düşündüğümüzde insanı da hiyerarşinin en tepesine oturttuk. Dolayısı ile mikroorganizmaların önemli olabileceğine pek de inanmadık bir zamanlar. O zamanlarda Fukuoka topraktaki mikroorganizmaların çok önemli olduğunu düşünüyormuş. Yazmış da hatta. Bizler ise antibiyotikleri bolca kullandık, hastalıkları sağalttık. Mikroorganizmaları pekiştirmek ve fermentasyon tekniklerini geliştirmek yerine terk ettik, koruyucu maddelerle dolu gıdalara geçiş yaptık. Ardından hem barsak hem de derimizi döşeyen mikroorganizmaların içeriklerinde ciddi bozulmalar oldu.


Atopik ve alerjik hastalıklar oldukça arttı. Geleneksel tarım yapan köylerde bu hastalıklar 100 çocuktan birinde veya daha az görülürken aynı yörelerin şehir hayatında bu hastalıklar 4 çocuktan üçünde görülmeye başlandı. Bilim insanları bunu anlamlandırmaya çalışırken evvela hijyeni düşündüler. Hijyenik yaşamak bünyeyi alerjik yapıyor dediler. Ancak günümüzde anladık ki, biyoçeşitlilikmiş işin aslı. Bedenlerimizin ekolojisini bozduğumuzda, mikroorganizma çeşitliliği azalıyormuş bu da bünyelerimizi hastalıklara açıyormuş.


Bu günlerde o mikroorganizmalar başımızın tacı oldu, bu sefer de düzeltmek için doğal yöntemleri denemek yerine yapay bolca mikroorganizma çıkarttık, şaseler haline getirdik ve sürekli kullanıyoruz. Bir de çeşitliliğe hala saygımız olmadığından önce barsakları antibiyotik bombardımanına tutup ardından probiyotik şase yutmak gibi yaklaşımlar geliştiriyoruz.


Halbuki bu işin özü şu kadardır: Antibiyotik kullanınca barsak mikroorganizmaları ölür. Öldüğünde hastalıklara yatkınlık artar. Doğada hiyerarşi yoktur. Barsakları veya deriyi döşeyen mikroorganizmalar da sağlığımız konusunda son derece önemli hale gelebilir.


Fukuoka İlkesi -2:

İnsan Doğayı Bilemez


"Yeryüzü organik olarak iç içe geçmiş bitki, hayvan ve mikroorganizma topluluğudur. İnsanın bakışıyla ya güçlünün zayıfı tükettiği ya da ikisinin karşılıklı yarar sağlayarak birlikte var olduğu bir model olarak görülür."


Doğayı biliriz sandık da ne oldu?

Analitik bilime, bir bilim insanı olarak saygım sonsuz. Ancak insan oğlu olarak çok karmaşık ilişkiler ağının ortasında olduğumuzu ve bazen bu ilişkileri anlamanın güç olduğunu bilmemiz gerekir. Tıbbın en öncelikli ilkesi "Primum non necere", yani önce zarar verme'dir. Biz hekimler, acele gözlemlerle bilgelikten uzak kararlar verirsek, çokça canlıya zarar verebiliriz.

Burada bir örnek paylaşmak istiyorum. Hayvan yemlerine antibiyotik eklendiğinde hayvanların çok daha erken olgunlaştığı, daha kilolu olduğu ve daha hızlı üremeye başladığı gösterilmiş. Bu gözlemden sonra üretilen antibiyotiklerin %90'a yakın kısmı hayvan yemlerine katılmaya başlanmış. Kalan kısmını biz hekimler reçete ediyoruz. Hayvanlarda gözlenen bu değişkenlikler kısa süreler sonra insanlarda da gözlenmeye başladı. İnsanlar da beklenenden çok önce ergenliğe giriyor, daha kilolu oluyor ve ruhsal olarak yeterli olgunluğa ulaşmadan cinsel olgunluğa erişiyor.


Hayvanlarda yaptığımız bu değişim bizim bedenlerimizi be biyolojimizi de etkiledi. Gene Fukuoka'dan alıntı yapacağım, "Gözlemleri ve akıl yürütmesi ne kadar özenli olursa olsun yine de her bir yorum ağır hatalara yol açma riski taşımaktadır."


İşte bu nedenle doğayı bilme iddiasında son derece dikkatli olmalıyız ve iyi bir doğa gözlemcisi, doğa bilimcisi olmadan sağlık üzerine söz söylemekten kaçınmalıyız.


İnsan bedeni pek çok farklı canlıya habitat oluşturan bir ekosistemdir. Bedenlerimizdeki bu biyoçeşitliliğe saygı duyup sağlıklı yöne evrilmesine çabalamalıyız. Zira bizim bedenlerimiz de diğer canlıların bedenlerinden çok da farklı değil. Nasıl ki bitkiler toprağın içerisine köklerini uzatıyorlarsa bizler de toprağı bir anlamda yiyoruz (gıdalarımızı metaforik olarak toprağa benzetiyorum), yediklerimizi toprağa dönüştürüyoruz ve içimizdeki toprağa köklerimiz uzatıyoruz (barsaklarımızdaki parmaksı çıkıntıları metaforik olarak köklere benzetiyorum).


Yediğimiz toprağın-besinin içerisindeki canlılık, barsaklarımızdaki mikroorganizmalar yaşamsal önem taşıyor. Nasıl bir bitki topraktan minerali emmek için köklerini çevreleyen mikroorganizmalara bağımlıysa bizim barsaklarımız da yediklerimiz içindeki mineralleri emmek ve de vitamin üretmek için o canlılara bağımlı.


Günümüzde her yeni doğan bebeğe K vitamini aşısı yapıyoruz. Çünkü her yeni doğanda K vitamininin eksik olduğuna inanıyoruz. Hiç bir gebeliğin vitamin takviyesi olmadan devam etmesine izin vermiyoruz çünkü hemen hemen her gebede önemli vitamin eksiklikleri olduğuna inanıyoruz. Veriler bizim bunlara inanmamıza neden oluyor.

Ne yazık ki günümüzde toplumun ciddi bir kısmı bozulan dengeler nedeni ile ciddi vitamin ve mineral eksiklikleri yaşıyor. Bu durum gizli açlık olarak adlandırılıyor.


Fukuoka başka bir yerde gene tarım hakkında şöyle söylüyor, "Öyle durumlar yaratıyoruz ki, önceden hiç ihtiyaç duymadığımız şeyler olmadan yaşayamaz hale geliyoruz." Çok haklı. Şimdilerde takviyeler olmadan insan nesli sürdürülemeyecek gibi. Gene Fukuoka'yı alıntılamak istiyorum:

"Böyle bir beladan kurtulmak için yeni gelişmeler bulup onları gelişme olarak takdim ediyoruz."


Sağlıklı yaşamı unutup, zehirsiz sofraları unutup, fermente beslenmeyi, besin saklamanın kadim stratejilerini unutup misal, gıda takviyeleri icat ediyoruz. Sonra takviyelerin yan etkilerine dair devasa bir literatür meydana getiriyoruz. İçinden çıkmaktan zorlanacağımız kısır döngüler inşa ediyoruz.


Fukuoka şöyle diyor: "İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın doğaya hükmedemez. Yapabileceği doğaya hizmet ederek onun kuralları ile uyumlu yaşamaktır."


İşte Ekolojik Tıp Akademisi'nin manifestosu da budur. Doğanın kurallarını öğrenip uyumlu yaşamanın yollarını geliştirmek. Kurslarımıza bolca doğa örüntülerinin keşfedip, keyifle bunu yaşamımıza ve sağlığımıza uygulamanın yollarını irdeleyeceğiz. Yolumuz açık, gazamız mübarek olsun:)


Sağlıcak ve afiyetle!



61 görüntüleme0 yorum

Comentarios


Mavi ve Sarı Kedi Hayvan ve Evcil Hayvalar Logo (200 x 1500 px) (1500 x 200 px) (1).png
bottom of page