top of page

Sindirim İşi ve Biyolojimiz:

Yazarın fotoğrafı: Dr. Hilayda KarakökDr. Hilayda Karakök

Güncelleme tarihi: 1 Mar 2021


Önceki derslerde Masanobu Fukuoka’nın ‘İnsan Doğa’yı Bilemez!’ deyişinden bahsetmiştim. Şimdi doğayı bilemediğimizde verdiğimiz kararların yıkıcı etkilerini konuşmak istiyorum.


Biz hekimler bilimsel gelişmeleri takip etmek için bazı kaynakları izleriz. Bu kaynaklardan önemli bir tanesi de Medscape’tir. Her sene sonunda bize bitirdiğimiz sene tıbbı geliştirecek 10 gelişmeyi hazırlayıp gönderir. 2014’ü bitirirken gönderdiğini okurken çok şaşırmıştım. Mikrobiyatadan ve Fekal Mikrobiyal Transplant’tan bahsediyordu.


Mikrobiyata aslında daha evvelinden beri konuşulmaya başlamış bir konudur bizim literatürde. Ben 2005’te Tıp Fakültesi’ne girip Hacettepe’nin efsane hocalarını hayranlıkla izlemiş bir gençtim. Hocalarım bir kırmızı et iyidir, bir kötüdür dediler, bir tereyağ kötüdür dediler sonra çok iyi oldu. Saçla ve turşu bir yenmemesi gereken sonra da yenmesi gereken oldu. Tahmin edersiniz birkaç sene içinde hastalıkların tanı kriterleri ve tedavi kılavuzları da böyle marjinal şekilde değişti. Öyle olunca ben kızdım. Yumurta yenmeli yenmemeli mi yani buna karar veremiyorsak ben kendimize nasıl saygı duyayım?


İşte hastalıkların doğasını anlayacağız diye de uğraşıp dururken sevgili Dawies şöyle bir söz etmişti: “İnsanın evrimi ile birlikte insanın hastalıkları da değişti. Hastalıkların doğasını anlamak için insan ekolojisinin değişimini de anlamamız gerekir.” Ardından hastalıkları sınıflamış. Erken modern hastalıklar, modern hastalıklar ve postmodern hastalıklar diye. Dawies, insanın bir habitat olduğunu iddia etmişti ve birlikte yaşadığımız mikroorganizmalar anlaşılmadan insanı anlamak iddiamızın yersiz olduğundan bahsetmişti. Onun Science dergisinde yayımlanan bu yazılarından sonra İnsan Mikrobiyom Projesi başlatıldı. Ben de hevesli bir tıpçı olarak heyecanla izlemekteydim. Çiftçi yönüm biliyordu, dünyamızda her şeyin birbiri ile ilişkili olduğunu. Henüz dilim yetmiyordu düşündüklerimi anlatmaya ancak heyecanlıydım, nihayet ekolojiden konuşmaya başladık biz hekimler diye.


Benim meslek üstatlarım ise beyaz önlükleri ile ürkütücü hastalıkları alaşağı edebiliyorlardı. Önlerinde hürmetle eğiliyordum ama yumurta yenmeli mi yenmemeli mi karar veremiyorlardı. Belki de artık ekolojiden bahsedeceğiz, mikrobiyatadan ve anlayacağız diye heves etmiştim. Sonra işte 2015 arifesinde bu fekal mikrobiyal transplantı okuyunca ve yaklaşımlarımıza bakınca kızdım ve şaşırdım.


Nedir Fekal Mikrobiyal Transplant:


Kalın barsaktaki mikroorganizmaların (dışkının) alınıp 42 derece suda enkube edildikten sonra bir başka kişinin kalın barsaklarına bırakılmasıdır. Hakikaten devasız bazı ishallerde (antibiyotiklerin aşırı kullanımı ile ortaya çıkan ve tedavi edemediğimiz) oldukça etkilidir. Nakillerle ilgili ilk gözlemlerimiz şaşırtıcı derecede faydalı olunca bizler mikroorganizmaların doğru karışımının sağlığımız için ne kadar faydalı olduğunu anlayabildik. Kalın barsaktan kalın barsağa nakil çok hoş olmadığı için başka bir yol daha geliştirildi, dondurulmuş dışkı kapsüllerinin yutulması. Bu kapsüller içerdikleri teknoloji sayesinde barsağın daha üst kısımlarında açılmıyor, kalın barsaklara eriştiği zaman açılıyor. Ardından nakillerle ilgili bir sürü çalışma yapılmaya başlandı.


Nakillerin dışında, barsak floramızı değiştirecek hızlı yöntemler olarak bir sürü probiyotik şase çıktı. Bunlar florayı değiştirmenin etkili yolları olarak sunuldu. Ben geçmişte tereyağ, uht sütler ve margarinlerle ilgili süreci endişeli bir şekilde izlemiş ardından yıkıcı sonuçlarını da kızgınlıkla okumuş bir hekim olarak son derece çekimser takip ediyorum.


Mikrobiyata ile ilgili benim anladığım gelişmeleri sindirim işi derslerimizde ayrıntıları ile anlatacağım. Buyrun öncelikle insan dediğimiz habitatta yaşayan mikroorganizmalar nasıl değişti ve değişince neler oldu onu anlatmak istiyorum.


Beslenme Alışkanlıklarımız ve Yaşamımız değişince neler oldu?


Okinawa Japonları en uzun ömürlü insanlar oluşları ile bilinirler. Çok uzun seneler süren yaşamlarının son senelerinde de sağlık göstergeleri oldukça iyi olarak kaydedilmiştir.


Onlara benzer olarak, Inuitleri takip eden hekimlerin gözlemleri de benzer yöndedir. Uzun ömürleri ve ileri yaşlardaki sağlıklı halleri kaydedilmiştir. Ancak bilinen odur ki bu göstergerler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişmiştir. Batılı tarzda yaşam ve beslenme alışkanlıkları beklenen sağlıklı yaşam süresini hızla düşürmüştür.


Tıp Fakültesinde bizlere beklenen yaşam süresi ile ilişkili olarak şöyle bir tablo anlatılmıştı. “17. Yüzyılda 30-40 sene gibi bir yaşam süresi beklenmekte iken modernite sayesinde bu süre 80li yıllara erişmektedir.” İstatistiki verileri okumayı ve yorumlamayı henüz bilemeyen kafalarımıza bu bilgi söylendiğinde bizler insanların kısacık ömürler yaşadığına inanmıştık. İşin aslı böyle değişmiş elbette. Ortada bir yalan ve yanlışlık varmış.


Günümüzde yapılan pek çok araştırma, insanın beklenen yaşam süresinin sağlıklı yaşam alışkanlıkları ile doğru orantılı olduğunu söylüyor. Sağlıklı çevrelerde yetişen ve sağlıklı beslenen bolca hareket eden insan topluluklarına modern tıp eli değmemiş olsa da uzun ve sağlıklı ömürler yaşıyorlar tıpkı okinawa Japonları gibi. Modernite yaşam süresini arttırıyor ancak çok da bahsedilmeyen başka bir durum daha var. Bu durum da beklenen sağlıklı yaşam süresi. Sağlıklı yaşam süresi denilen kavram, herhangi bir hastalık tanısı almadan sürülen yaşamın istatistiki adıdır. Çalışmalar, beklenen sağlıklı yaşam süresinin gittikçe kısaldığını göstermekte günümüzde.


Biliminsanları, barsaklarımızdaki mikroorganizmaların doğru çeşitliliği sayesinde insanların uzun ve sağlıklı ömürler sürdüğünü düşünmekteler. Bu çeşitliliği ve sağlığı oluşturan yolun ne olduğu üzerinde fazla kafa yormadan ‘sağlıklı’ diye adlandırılan insanlardan sağlıksız insanlara nakil yaparak hastalıklara çözüm getirmenin yollarını bilimsel olarak merak edip araştırmaya başladık.


Şimdi gelelim mikrobiyata dediğimiz organımızın nasıl işler yaptığına. Bunun için bir vaka örneği vermek istiyorum.


Vaka Örnekleri ve Sorular:

1- Ciddi açlık nasıl beslenmeli?


Afrika’da ciddi açlık çeken çocukların fotoğraflarını görmüşsünüzdür. Bu tablolar tıp dilinde marasmus veya kwashiorkor olarak adlandırılır. Bu tür ileri açlık durumlarında beslenme için kılavuzlar kolay sindirilebilir preparatların verilmesini önermekteydi. Beslenmeye başlamaları da % 50 ihtimalle ölümcül enfeksiyonlara sebebiyet veriyor. Bu durumda bu çocukları nasıl beslemeli?



2- İnsan tarafından sindirilmeyen besinleri yemek nasıl kanserden korur?


Lifin insan bedeni tarafından sindirilemediği tıp fakültesi derslerinde anlatılan bir bilgidir. Ancak sindiremediğimiz bu besinlerle beslendiğimiz zaman kalp damar hastalıklarından ve kanserden korunuruz. Sindiremediğimiz basini tüketmek nasıl bir fayda gösteriyor olabilir?


3- Ebeveynlerden biri üniversite mezunu ise alerjik hastalığa yakalanma ihtimali artıyor. Üniversite okumak ile çocuğun hastalık sahibi olması arasındaki ilişki nedir?


Atopik hastalıklar çağımızda özellikle Z kuşağında son derece hızlı bir şekilde çoğalıyor. Bu hastalıklar çocukların yaşam kalitelerini ciddi ölçüde etkiliyor. Ebeveynler üniversite mezunu ise, gelişmiş bir şehre göç etti ise risk artıyor. Üniversite nasıl bir mekanizma ile çocuğun hastalanmasına neden oluyor olabilir?


4- Fekal Mikrobiyal Transplant ile ilgili ilk gözlemlerimiz, obez bir kişiden nakil yapılması durumunda, nakil alıcısının da obez bir bireye dönüştüğünü göstermişti. Dışkı nakli ile obezite gelişimi arasında nasıl bir ilişki olabilir?


Dışkı nakli ilk olarak çözümsüz ishalleri aşmak için uygulandı. Dışkı vericisi olarak, ishalli vakanın ebeveynlerine öncelik verildi. Naklin uzun dönemli sonuçları incelendiğinde eğer dışkı vericisi obez bir bireyse alıcının da iyileştikten sonra obezite geliştirdiği gözlenmiş. Ancak verici obez değilse alıcı da obezite gelişimi gözlenmemiş.


İnsan Mikrobiyom Araştırmaları:


İnsan mikrobiyomu son 15 yıldır gittikçe daha sık olarak araştırılıyor. İnsan Genom Projesinden sonra en çok bütçe ayrılan ve tıp camiasını sarsan sonuçlar veren bir proje. Araştırma sonuçlarının nasıl yorumlandığı son derece önemli.


Araştırmacıların gözlemleri son derece şaşırtıcı. Ağızdan başlayarak barsaklara uzanan mikroorganizmaların çeşitliliği sağlık ve hastalık durumlarının anlaşılmasında son derece kritik.


Şu ana kadar araştırmalarla anladık ki,

  • Ruh durumu ve duygularla

  • Bağışıklık sistemi hastalıkları ile

  • Romatizmal hastalıklarla

  • İltihaplı barsak hastalıkları ile

  • Bedenin zinde hissetmesi ile

  • Kronik hastalıklar ve metabolik hastalıklarla

Mikrobiyatanın son derece sıkı ilişkisi var. Sağlıklı bir sindirim sistemi bedenin sağlık durumunun tayininde son derece önemli.


Nereden geliyor bu mikroorganizmalar?


İlk olarak doğum kanalından geçerken annenin vajen florası ağız ve barsak sistemine yerleşiyor. Vajen florasında yoğun olan laktobasiller, özellikle sütü sindirmede son derece işlevsel olan mayalardır. Ardından anne sütünün içeriğindeki bifidobakter ve benzer türler, süt ile gelip yerleşim göstermeye başlıyor.


Bebekleri ek gıdalar ile tanıştırmaya başladığımız andan itibaren diğer mayalar da gelip barsağa eklenmeye başlıyor. Beslenme ile gelen mikroorganizmalar son derece çeşitlidir. Sağlıklı olan mikroorganizma türleri ise daha çok bizim de gıdaları saklamak için asırlardır uyguladığımız yöntemlerde kullandığımız mikroorganizmalardır: turşu, sirke, hardaliye, boza, kefir vb gibi.

Araştırmalar, beslenme şeklimizin mikrobiyatamızı belirleme ve değiştirmede son derece etkili olduğunu göstermiştir.


Cevaplar:


İleri açlık çeken çocuğu nasıl beslemeli?


Güncel yaklaşımlar ileri derecede açlık çeken çocukları beslemek için fermente karışımlar kullanmanın etkili olduğunu gösteriyor.

Barsaklar vucudumuzun en çok mikrop içeren alanı ve eğer bedenlerimize aldığımız besinler sağlıklı mayalarla kaplı değilse, hastalık yapıcı mikroplar çoğalarak barsak boşluğunu doldurabiliyor ve enfeksiyon odağı oluşturarak bedene zarar verebiliyor.


İleri derecede açlık çeken bir beden, bağışıklık sistemi ve diğer sistemler açısından da oldukça zayıf düşmüş durumdadır. Böyle bir bedenin içerisine sindirimi kolay ve bol rafine edilmiş beslenme karışımı atıldığında kolayca zararlı mikroorganizmalar bu besinlerle üreyebilir. Bu durumda da bağışıklığı son derece düşük olan beden ciddi bir risk ile karşı karşıya kalır.


Fermente besinlerin içeriğindeki mikroorganizmalar, beden için zararlı mikroorganizmalar değildir. Bağışıklık sistemi sadece insan bedeni tarafından üretilen elemanlardan oluşmaz. Aynı zamanda barsak duvarını kaplayarak bir zırh oluşturan faydali mikroorganizmalar da bağışıklık sisteminin önemli bir destekçisidir. İleri açlık durumunda bu mikroorganizma bariyerinin de tamir edilmesi gerekir. Fermente besinlerin içeriğindeki mikroorganizmalar hem beden bariyerine eklenerek bağışıklık sistemini güçlendirirler hem de sindirelecek besinleri çepeçevre sarmalayaraka korurlar. Bir diğer önemli işlevleri ise bu besinleri korumaktır.


Üniversite ve gelişmiş şehirlerde yaşamak neden alerjik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur?


Geleneksel yaşamda, besin saklama yöntemlerinde sıklıkla kullanılan mayalı yöntemler tercih edilir. Böylece her beslenme esnasında bedene bolca da maya alınır. Gıdalar doğa ve organik yöntemlerle yetiştirildiğinde zehir içermezler.


Üniversite okumak ve gelişmiş şehirlerde yaşamak, fast food ve mayalarla değil koruyucularla hazırlanmış gıdalar tüketmemize neden olur. Barsaklara düzenli olarak mayalı gıdalar eklenmesi avantajımızı yitiriririz. Tüketilen gıdaların içeriğindeki zararlı bileşenler halihazırda barsaklarda yerleşmiş olan mikroorganizmaların da haraplanmasına neden olur.


Sağlıklı organizasyonu bozulan mikrobiyata da başta alerjik hastalıklar olmak üzere pek çok hastalığın ortaya çıkmasına sebebiyet verir.


Lifli gıdalarla beslenmenin koruyucu etkisi hangi yolladır?


Lif uzun ve karmaşık yapılı bir tür karbonhidrattır. Sindirimi son derece güçtür ve insanın enzimleri bu besini sindirmeye yetmez. Zaten insanın sindirim sistemi, sindirim işini başlatmak ve sürdürmek için bir ortam olma özelliği taşır. Sindirim işini yapanlar mikroorganizmalar ve mikrobiyatadır. Sağlıklı organizasyondaki mikroorganizmalar lif gibi karmaşık besinleri sindirebilir.


Kalın barsak, insanın sindiremediği ancak mikroorganizmaların sindirebildiği lifin son parçalanma ürünü olan kısa zincirli yağ asitleri ile beslenir. Oldukça büyük bir organ olan kalın barsak, lifli besinler tüketilmiyorsa veya lifi sindirecek mikroorganizma çeşitliliği bedende yer almıyorsa aç kalır ve açlıkla ilişkili sinyaller üretir. Bu sinyaller (interlökin 6, TNF alfa gibi), bizim grip gibi enfeksiyonları geçirirken ürettiklerimize son derece benzerdir ancak o durumlardakinden daha düşük dozlarda ancak daha uzun süreli olarak üretilirler. Bu da her tür kronik hastalığın daha çok ataklarla seyretmesine neden olur. Kalp damar hastalığı gelişimi riskini de arttırır.


Lifli besinler tüketiyor ve bu besinleri sindirecek mikroorganizmalara da sahipsek, bu durumda lif son ürüne kadar parçalanır. Parçalandığında ise ortaya çıkan son ürün propiyonik asit, bütirat ve asetik asit gibi kısa zincirli yağ asitleridir. Bunlar kalın barsağı besler ve bedende ortaya çıkmış inflamasyonu dindirirler. Bu nedenle günümüzde kullanılan ağrı kesiciler de propionik asit formundadır.


Bu son ürünler kalın barsakta ortaya çıkması uygun olan ürünlerdir o nedenle eski hekimler ağrı kesicileri fitil (suppozotuar) olarak reçete ederlerdi. Daha üst barsak segmentine bu moleküllerin gelmesi, ortam üzerinde aşındırıcı etkinlik gösterecektir. Bu nedenle ağrı kesicileri yuttuğumuz zaman mide ağrısı ve benzer problemler yaşarız. Her halükarda propionik asit türevi olan ağrı kesiciler, bedendeki inflamasyonu dindirirler.


Lifin koruyucu etkileri kalın barsağı doyurarak ortaya çıkar. Bu sayede açlık sinyalleri ve enflamasyon azalır.


Obezite ve Fekal Mikrobiyal Transplant


Seneler evvel hayvan parazitleri ile yapılan çalışmalar, parazitlere tutulan hayvanların davranışlarının değiştirdiğini göstermişti. Parazitlerin birkaç hayvana geçerek tamamlanan yaşam döngüleri bulunur. Örneğin ilkin balıkları ardından kuşları enfekte ederek yaşam döngüsünü tamamlayan parazitler bulunur. Bu parazitler balığa bulaştığında enfekte balık kuşun onu yakalamasını kolaylaştıracak şekilde yüzeye yakın uçmaya başlamaktadır. Bu gözlemler parazitlerin hayvan davranışları değiştirdiğini söylemektedir.


Obezite ile ilgili bu gözlemlerimiz de barsaklarda obezite ile ilişkili mikroorganizma çeşitliliği oluştuğunda, kişinin daha fazla yeme davranışı gösterdiği yönündedir. Farelerle de yapılmış çalışmalar obezite ilişkili mikrobiyata nakledildikten sonra daha fazla besin tükettikleri gösterilmiştir.


Peki sağlıklı mikrobiyata nasıl oluşturulur? Bu sonraki dersin konusu! Diğer dersimizde görüşmek dileği ile...




71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Bình luận


Mavi ve Sarı Kedi Hayvan ve Evcil Hayvalar Logo (200 x 1500 px) (1500 x 200 px) (1).png

Menu

Şifa Okulu Dr. Hilayda Karakök tarafından kurulmuştur ve tüm hakları tescillidir. İçerikler kopyalanamaz. İzin alınmadan kullanılamaz. Aksi durumların hukuki sorumluluğa tabidir.

Şifa Okulu

Taşbaşı Mahallesi Kesimevi Sok No:4-1, Altınordu - Ordu

bottom of page